Hayatımızda hepimizin farkında olmadan deneyimlediği, açıklamakta zorlandığı anlar vardır. Hiçbir neden yokken yanına gittiğimizde içimizi sıkan, enerjimizi düşüren insanlar… Ya da aksine, daha iki kelime konuşmadan içimizi ferahlatan, bizi sanki yeniden canlandıran kişiler… Bu hislerin ardında fiziksel olmayan bir gerçeklik yatıyor olabilir: auralar.
İnsan bedeni sadece etten kemikten ibaret değildir. Her insanın çevresini saran, gözle görülmeyen bir enerji alanı vardır. İşte bu alana “aura” denir. Her insanın aurası kendine özgüdür; tıpkı parmak izi gibi. Ancak auralar sadece kişisel bir özellik değil, aynı zamanda bir etkileşim alanıdır. Farkında olmasak da, bu alanlar birbiriyle iletişim halindedir. Ve işin ilginç yanı, bu iletişim çoğu zaman sözlerden ya da davranışlardan daha güçlüdür.
Bazı insanların yanına gittiğimizde, omuzlarımızın düştüğünü, moralimizin bozulduğunu fark ederiz. Ne bir tartışma yaşanmıştır ne de kötü bir söz işitmişizdir. Ama içten içe bir şeyler bizi oradan uzaklaşmaya zorlar. Bu kişiler, istemeden de olsa çevrelerindeki insanın enerjisini tüketebilir. Aura alanları düşük frekansta titreştiğinde, yakındaki başka bir aura alanını da aşağı çekebilir. Sonuçta, bu etkileşim fiziksel yorgunluk, ruhsal bıkkınlık ve motivasyon kaybı gibi belirtilerle kendini gösterebilir.
Tam tersi de mümkündür. Bazı insanlar vardır ki, onları gördüğümüz anda yüzümüzde bir gülümseme belirir. Varlıklarıyla ortamı aydınlatırlar adeta. Yanlarındayken daha enerjik, daha üretken ve daha neşeli hissederiz. Onlarla vakit geçirmek bir ihtiyaç haline gelir. Zihnimiz berraklaşır, içsel bir huzur hissederiz. İşte bu da yüksek frekanslı auraların etkisidir. Bu kişilerin enerji alanı, çevresindekilerin auralarını da yukarı taşır.
Bu etkileşimlerin nedenleri bilimsel olarak tam anlamıyla açıklanmış değildir. Ama etkileri, birçok insan tarafından fark edilmiş ve doğrulanmıştır. Kimse nedenini bilmez ama hepimiz tanık olmuşuzdur: bazı insanların yanında içiniz daralır, bazı insanların yanında ise ruhunuz büyür. Bu “neden olduğunu bilemediğimiz” hissin adı aslında bellidir: auraların karşılıklı etkisi.
İlginç olan bir başka durum ise bu etkileşimin uzaklıkla sınırlı olmamasıdır. Bazı auralar sadece bir metrelik bir alanı etkilerken, bazıları çok daha geniş bir çevreyi sarabilir. Kalabalık ortamlarda bile, bir kişinin varlığı mekânın havasını değiştirebilir. O kişinin enerjisi, bir odayı bambaşka bir atmosfere bürüyebilir. Aura alanlarının bu değişkenliği, kişinin ruhsal durumu, karakteri ve enerjisiyle yakından ilgilidir.
Bu etkileşimlerden kaçmak ya da onları tamamen kontrol etmek mümkün olmasa da, onları fark etmek büyük bir fark yaratabilir. Kimlerle birlikte olduğumuzu seçmek, sadece sosyal çevremizi değil, ruh halimizi ve hatta hayattaki yönümüzü de belirleyebilir. Enerjimizi tüketen kişilerden uzak durmak, bunun bir bencillik değil, bir koruma refleksi olduğunu anlamak gerekir. Tıpkı fiziksel sağlığımızı korumak için mikroplardan kaçındığımız gibi, ruhsal sağlığımız için de düşük frekanslı enerji alanlarından uzak durmalıyız.
Aynı şekilde, enerjisi yüksek, pozitif insanların yanında olmak bize sadece geçici bir iyi his sağlamaz; aynı zamanda kendi auralarımızın da güçlenmesine katkıda bulunur. Bu kişilerle zaman geçirmek, ruhsal bağışıklığımızı artırır ve hayatla kurduğumuz bağı daha sağlıklı hale getirir.
Sonuç olarak, insanların auraları tıpkı görünmeyen ama hissedilen bir koku gibi, fark ettirmeden içimize işler. Sözlerden, davranışlardan öte bir iletişim biçimiyle hayatımıza yön verir. Ve bizler, ister farkında olalım ister olmayalım, bu görünmez dansın birer parçasıyız. Bazen içgüdülerimizle “bu insandan uzak durmalıyım” ya da “bu insanın yanında kendimi çok iyi hissediyorum” deriz ya, işte o his, belki de en doğru pusulamızdır. Çünkü auralar, kelimelerin ulaşamadığı yerlere ulaşır.