Doğuştan Gelen Sessiz Acı

İnsan, doğduğu andan itibaren bir bilinmezliğin içine düşer. Bu bilinmezlik sadece dış dünyaya değil, kendi içine, ruhunun derinliklerine de uzanır. Zihninin en tenha köşelerinde, kendisine ait olduğunu dahi bilmediği izler taşır. Çünkü insan, çoğu zaman kendi ruhsal yapısının farkında değildir. Neden mi? Çünkü o yapıyla birlikte doğmuştur. Ona ait her şey, onun için normaldir. Neyin sağlıklı, neyin sorunlu olduğunu ayırt etme yetisini kazanması için önce zıttıyla karşılaşması gerekir. Ancak bu karşılaşma, çoğu kez geç gelir — bazen de hiç gelmez.

Bir çocuk, dünyaya geldiğinde yalnızca fiziki değil, aynı zamanda ruhsal bir mirasla da doğar. Bu miras; genetik kodların, aile içi enerjilerin, duygusal kalıtımların, hatta anne karnındaki seslerin, hislerin bir bileşimidir. Tüm bunlar, onun gerçekliği haline gelir. Bir bireyin ruhsal problemleri varsa, bunlar genellikle onun “ilk hali”dir. Yani başlangıç noktası. Başlangıç noktası olduğu için kişi bu hali “sorun” olarak tanımlayamaz. Çünkü sorunu tanımlamak için, sorunsuzluğu bilmesi gerekir. Oysa o, hiç tanımamıştır. İşte bu yüzden bazı insanlar, ruhsal problemlerini fark edemezler; çünkü onlarda her zaman vardı.

Bu durumu, karanlıkta doğmuş bir çocuğa benzetebiliriz. Hiç ışık görmemiş bir çocuk, karanlığın varlığını nasıl sorgulasın? Karanlık onun tek gerçekliğidir. Işık, bir efsane gibi uzaktır ona. Karanlık ona doğal gelir. Ancak bir gün tesadüfen bir ışık huzmesi gözlerini kamaştırırsa, o an anlar karanlıkta yaşadığını. Işık, karanlığı tanımlar. Aynı şekilde, ruhsal sorunlar da ancak ruhsal sağlıklılık haliyle kıyaslandığında tanımlanabilir. Ancak o zaman bir insan, ne zamandır yük taşıdığını fark edebilir.

Bu noktada zıtlıkların bilgiyi doğurduğu gerçeğiyle karşılaşırız. İnsan ancak zıttını tanıdığı şeyleri idrak edebilir. Aydınlık, karanlıkla; sıcak, soğukla; sağlık, hastalıkla; sessizlik, gürültüyle anlam bulur. Tüm kavramlar, anlamlarını karşıtlarından alır. Ruhsal sorunlar da böyledir. Bir insan sürekli kaygılıysa ama bu kaygı onun doğumundan beri süregelmişse, o kaygı onun için sıradan bir “zihin hali”dir. Belki de bu yüzden birçok kişi, ancak başkalarını gözlemleyerek kendi içsel çalkantılarını fark eder. “Nasıl bu kadar rahat olabilir?” diye sorar birini görünce. İşte bu soru, içindeki düzensizliğin ilk fark edilişidir.

Ruhsal problemleri doğuştan gelen bir gerçeklik gibi taşımak, onları görünmez kılar. Bu görünmezlik hali, kişinin yaşam boyu kendisiyle ilgili büyük yanılgılar içinde yaşamasına yol açabilir. İnsan, mutsuzluğu kişiliği zannedebilir. Kaygıyı, zekâ belirtisi sanabilir. Sürekli tetikte olmayı “uyanıklık” olarak yorumlayabilir. Çünkü başka bir hal tanımamıştır. Ve tanımadığı şeyi fark edemez.

Burada devreye “karşılaşma” girer. Zıttıyla karşılaşma. Belki bir terapi odasında, belki içe dönük bir tefekkür anında, belki de başka bir insanın dinginliğiyle karşılaştığında… O an bir şey olur. Bir farkındalık belirir. Tıpkı karanlığa alışmış gözlerin ansızın ışıkla buluşması gibi. Önce kamaşır gözler, sonra seçmeye başlar. Göz gördükçe, ruh da görmeye başlar. İşte bu an, insanın kendi ruhsal gerçekliğiyle ilk kez dürüstçe yüzleştiği andır.

Ne var ki bu farkındalık da hemen kabullenilmez. İnsan alışkanlıklarına sıkı sıkıya bağlıdır. Acı bile olsa tanıdık olanı bırakmak zordur. Ruhsal acı, kimliğin bir parçası haline geldiyse, kişi onu kaybetmekten korkar. Bu yüzden birçok kişi, iyileşmek istemediğini bile fark etmeden, karanlığında kalmaya devam eder. Çünkü o karanlık, bildiği tek şeydir.

Ama yine de umut vardır. Çünkü her karşılaşma bir kapıdır. Her “başka türlü bir hal” ihtimali, zihin için bir tohumdur. Bu tohum bazen yıllarca filizlenmez, bazen aniden yeşerir. İnsan kendi ruhuna dönüp baktığında, bir şeylerin ters olduğunu hissedebilir. O his, işte o his; karanlıktan aydınlığa geçişin ilk habercisidir.

Sonuç olarak, insanın ruhsal yapısını tanıması, ancak karşıtlarıyla yüzleşmesiyle mümkündür. Doğuştan gelen problemler, kişinin gerçekliğini öylesine sarar ki fark edilmesi ancak bu gerçekliğin dışına çıkmakla mümkün olur. Tıpkı ışığı karanlıkla, sıcaklığı soğukla tanıdığımız gibi, sağlıklı bir ruh da ancak sorunlu bir ruhla kıyaslanarak anlaşılır. İnsan kendi gölgelerine bakmadıkça, ışığı tanıyamaz. Ve belki de en derin iyileşme, bir gün ansızın gelen o küçük ışıkla başlar.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir