Ruhun Mirası

Hayat, çoğu zaman insanın seçimi dışında başlar. Kimse nerede, nasıl ya da hangi koşullarda doğacağını belirleyemez. Kimimiz varlıklı ailelerde, kimimiz ise zorlu imkânsızlıkların ortasında dünyaya geliriz. Kimi bebek sağlıklı bir bedenle gözlerini açar, kimi ise fiziksel engellerle yaşam mücadelesine adım atar. İşte tam da bu noktada, insanın yalnızca fiziksel değil, ruhsal olarak da bir mirasla dünyaya geldiği gerçeğiyle karşı karşıya kalırız.

Birçok insan, ruhsal sorunların sadece yaşanmış acılarla, travmalarla ya da olumsuz yaşam koşullarıyla ortaya çıktığını düşünür. Elbette bu doğru; ancak eksik bir doğru. Çünkü ruhsal sıkıntılar yalnızca sonradan edinilmez. Bazen bu problemler, tıpkı göz rengi, saç yapısı veya genetik bir hastalık gibi, doğumla birlikte gelir. Sessiz, görünmeyen, fakat etkili bir miras gibi…

Bu miras, bir çocuğun henüz ilk adımlarını atarken sergilediği davranışlarında, dünyayı algılayış biçiminde ya da insanlarla kurduğu bağda kendini gösterebilir. Bazı çocuklar içe dönük, kaygılı veya takıntılı olabilir. Bazıları ise çevreleriyle uyum sağlamakta zorlanabilir. Elbette her farklılık bir problem değildir, ama bazı farklar derinleştiğinde, yaşamı zorlaştıran bir tabloya dönüşebilir.

Bu durum ne bir eksikliktir ne de bir kusur. Nasıl ki bir birey doğuştan diyabet ya da kalp rahatsızlığıyla dünyaya gelebiliyorsa, bazı bireyler de ruhsal bir hassasiyetle, hatta zaman zaman ağır bir ruhsal yükle doğar. Depresyona yatkınlık, bipolar bozukluk, dikkat eksikliği, anksiyete ya da obsesif kompulsif bozukluk gibi pek çok durum, bilimsel olarak genetik yatkınlıklarla ilişkilendirilmiştir. Aile geçmişi incelendiğinde, ruhsal problemler yaşayan bireylerin birçoğunun anne ya da baba hattında benzer sorunlarla karşılaşılmıştır.

Bu gerçeği anlamak, bireyleri etiketlemek ya da yargılamak için değil; aksine onları daha iyi tanımak ve destekleyebilmek için önemlidir. Çünkü bazen kişi neden kaygılı olduğunu, neden sürekli mutsuz hissettiğini ya da neden çevresine yabancılaştığını anlamlandıramaz. İçinden çıkamadığı bu hâli “kişisel bir zayıflık” gibi algılayabilir. Oysa bu durum, onun doğuştan getirdiği bir ruhsal yatkınlık olabilir.

Peki, bu durumun farkında olmak neyi değiştirir?

Her şeyden önce, farkındalık empatiyi doğurur. Bir çocuğun ya da bir yetişkinin davranışlarının yalnızca dış koşullarla değil, içsel bir yapıyla da şekillendiğini bilmek, bizleri yargılamaktan anlayışa götürür. Ayrıca bireyin kendisi için de bu farkındalık, utanç ya da suçluluk yerine kabullenmeyi, ardından da çözüm arayışını getirir. Zira her doğuştan gelen yük, taşınamaz değildir. Ruhsal mirasla gelen bir problem, doğru destekle, sevgiyle ve bilimsel yaklaşımlarla dengelenebilir. Nasıl ki bir göz bozukluğu uygun gözlükle netleşiyorsa, ruhsal rahatsızlıklar da uygun yöntemlerle yönetilebilir.

Hayat, başlangıç çizgilerinde eşit değil belki. Ama bu, varış noktasının da farklı olacağı anlamına gelmez. Kimileri ruhsal olarak güçlü bir temel üzerine inşa eder yaşamını, kimileri ise kırılgan bir zemin üzerinde yükselmeye çalışır. Ancak her insan, kendi içindeki potansiyeli keşfetme şansına sahiptir. Ve bazen, en derin yaraların altından en büyük dayanıklılık filizlenir.

Unutulmamalıdır ki ruhsal sağlığa dair farkındalık, sadece bireyin değil, toplumun da gelişmişliğini gösterir. Ruhun sessiz mirasını görmezden gelmek, sadece bireyin acısını derinleştirir. Ama bu mirası tanımak, kabul etmek ve destek olmak, hem bireyin hem de toplumun daha sağlıklı bir geleceğe yürümesini sağlar.

Belki de en baştan zengin doğmadık, sağlıklı ya da güçlü de… Ama her birimiz, ruhumuzla barışmayı ve elimizdekileri en iyi şekilde değerlendirmeyi öğrenebiliriz. Çünkü ruhun mirası bir sondan çok, yeni bir başlangıcın habercisidir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir